TANDIR



       
Türlü otlarla bozkır, kırık taş, ve kuru toprak güneşin gazabına uğramış yanıyordu...      

 Köy minibüsünden indiğimde saat öğleyi geçmişti. Araç Cura mezrasına kadar inmediği için beni yol ayrımında bıraktı. Yolun ikiye ayrıldığı sapağın sol tarafındaki beton kilometre taşına çıkıp aşağıya baktım.  Bulunduğum yerden elli metre kadar ileride kurumuş bir çay yatağı Cura’ya kadar iniyordu. Yatakta türlü otlarla bozkır, kırık taş ve kuru toprak güneşin gazabına uğramış yanıyordu. Yer ve gök sarı keskindi. Çakıl sapağa girip aşağılara inmeye başladım. Yol yarısında hafif bir rüzgâr huzur doldurdu içimi. Keyiflendim. Aşağı daha bir istek ve merakla indim. İndikçe vadideki mezranın uzaktan seçilen çeşit çeşit çiçeklerinin, otlarının kokusunu getirdi rüzgâr. Ve daha keyiflendim. Şimdi ne sıcak ne sert çakıl taşları bunaltır beni.  İlk gördüğüm ak takkeli, sönük siyah yelekli, iki büklüm yaşlı bir adamdı. Adam kuru dal yüklediği önündeki eşek kadar yorgun ve bitkin görünüyordu. Yanına vardığımda selam etti. Sonra yürüdü gitti. Belli ki evine varmak,  güneşten kaçmak için acelesi vardı. Ara ara bana baktı fakat durmadı. Ben onun gittiği yönün tersine, mezranın ortalarına doğru yürüdüm. Mezranın küçük deresinde yaşlı bir kadın ile küçük bir oğlancağız üzüm dövüyorlardı. Yanlarına uğradım selam verdim. Kabul ettiler, yaşlı kadın bir tasla su verdi. Buz gibi soğuktu dere, içim bir hoş oldu sudan bir tas daha içtim. Ve sonra yarım daha. Çok içme dedi yaşlı,
-Buranın suyu doyurmaz adamı şişersin.  Al biraz üzüm ye.
-Sağol teyze
-Hükümetin adamı mısın?
-Yok teyze.
-E sakallısın demek ki öğretmen değilsin, hükümetin adamı değilsin, ve belikli buralardan da değilsin. Ya kimsin?
-Gazeteciyim.
-Hele hele. Burada ne işin var burada vukuat olmaz, birkaç aile var burada hepisi de yaşlı. Bir Mirolar var genç olan, onlar da dünya iyisidir. Burada vukuat bulamazsın. Yanlış gelmişsin.
-Yok teyze öyle haber için gelmedim. Halinizi merak ettim. Nasıl iş güdersiniz. Nasıl yaşarsınız. Köy köy dolaştım daha da dolaşırım. Fotoğrafta çekerim hem.
Bunu deyip küçük çocuğun fotoğrafını çektim. Memnun kaldı. Biz konuşurken orta yaşlı başka bir kadın geldi. Elleri, üstü başı hepten kırmızı çamur. Bana baktı, selam etti. Ellerini yıkamak için dereye eğildi. Halini sordum. Tandır yapıyorum dedi. Ne tandırı diye sordum. O an teyze girdi lafa halimi açık etti. Kadın iyi anladı.
-Haydi gel sana öğreteyim tandır nasıl yapılır, komşununkini yaptım şimdi bizim evin tandırını yapacağım, görmek ister misin?
-İstemem mi? Derhal, hemen.
Geçtim arkasına tuttum yolu iki katlı taş bir eve geldik. Evin damı sıralı kavak ağacındandı. Üstünü toprak kaplamışlardı. Kavağın sarkıtlarında yaban arıları birkaç yere peteklemiş, etrafında vızır vızır dönüyorlardı. Kadın eve seslendi.
-Ethem, Ethem…
-Ne var neye bağırıyorsun, hayırdır?
-Bak hele biri gelmiş fotoğrafçı, tandırı nasıl yaptığımızı öğrenmeye gelmiş.
İçeriden kırklarında bir adam çıktı.
-Ooo hoşgelmişşin beyim safalar getirmişin. Geç içeri soluklan sonra hallederiz. Aç mısın, yemek hazırlatayım mı sana.
-Yok dayı meraklandım, nasıl yaparsınız tandırı bir göreyim isterim.
- E peki bekle geliyorum. İçeri girdi üstüne eski kıyafetler giymiş olarak çıktı. El arabasını aldı. Birlikte tarlaya çıktık. Epeyce yürüdük. Yolu sohbetle hoş ettik. Büyükçe bir kayanın önünde durduk. Elime bir kazma tutuşturdu. Hadi beyim gücüne kurban. Vurdum toprağı kazdım ha kazdım. Toprağın rengi sarı kumdan ıslak kırmızıya döndü. Hah dedi. “İşte bu toprak bereketlidir. Bu toprak yarayacak işimize.” Toprağı el arabasına yük edip eve vardık. Ethem’in eşi Azize elinde turkuaz bir leğenle bizi kapıda karşıladı. Toprağı koyduğu leğene biraz su katıp hamur etti. Bu sırada Ethem merdivenin altına geçip önceden oyduğu yere kül döktü. Azize oyuğun içine girdi. Toprak hamuru eline aldı ve oyuğun dış çeperine sıvadı. Bir saate yakın uğraştı tüm çeperi kapladı. Çıktığında baştan aşağı ter içindeydi. Sonra oyuğa çalı çırpı atıp ateşe verdiler. Ateş büyüdü yangına döndü. Pişirmeye başladı hamuru. Biz yukarı çıkıp çay içmeye başladık. Sohbet ederken Ethem ile beni çağırdı Azize. Aşağı inip baktığımda kırmızı çamur kızıl kora dönmüştü. Kurumasını bekledim. Kurudu, su döktüler hafifçe içini temizlediler sonra. Ethem içine bir pay ateş daha saldı. Azize geldi elinde başka bir leğenle içinde hamur vardı. Bu sefer ki undan beyaz hamur. Çaldı tandıra hamuru. Ve çıkardı ilk ekmeği. Aldım taze tandırın taze ekmeğini ve vardım tadına hem toprağın bir kat altındaki kızıl çamurun, hem üstündeki sarı buğdayın…


Yorumlar

Popüler Yayınlar