TANDIR
Türlü otlarla bozkır, kırık taş, ve kuru toprak güneşin gazabına uğramış yanıyordu...
Köy minibüsünden indiğimde saat öğleyi geçmişti. Araç Cura mezrasına kadar inmediği için beni yol ayrımında bıraktı. Yolun ikiye ayrıldığı sapağın sol tarafındaki beton kilometre taşına çıkıp aşağıya baktım. Bulunduğum yerden elli metre kadar ileride kurumuş bir çay yatağı Cura’ya kadar iniyordu. Yatakta türlü otlarla bozkır, kırık taş ve kuru toprak güneşin gazabına uğramış yanıyordu. Yer ve gök sarı keskindi. Çakıl sapağa girip aşağılara inmeye başladım. Yol yarısında hafif bir rüzgâr huzur doldurdu içimi. Keyiflendim. Aşağı daha bir istek ve merakla indim. İndikçe vadideki mezranın uzaktan seçilen çeşit çeşit çiçeklerinin, otlarının kokusunu getirdi rüzgâr. Ve daha keyiflendim. Şimdi ne sıcak ne sert çakıl taşları bunaltır beni. İlk gördüğüm ak takkeli, sönük siyah yelekli, iki büklüm yaşlı bir adamdı. Adam kuru dal yüklediği önündeki eşek kadar yorgun ve bitkin görünüyordu. Yanına vardığımda selam etti. Sonra yürüdü gitti. Belli ki evine varmak, güneşten kaçmak için acelesi vardı. Ara ara bana baktı fakat durmadı. Ben onun gittiği yönün tersine, mezranın ortalarına doğru yürüdüm. Mezranın küçük deresinde yaşlı bir kadın ile küçük bir oğlancağız üzüm dövüyorlardı. Yanlarına uğradım selam verdim. Kabul ettiler, yaşlı kadın bir tasla su verdi. Buz gibi soğuktu dere, içim bir hoş oldu sudan bir tas daha içtim. Ve sonra yarım daha. Çok içme dedi yaşlı,
Köy minibüsünden indiğimde saat öğleyi geçmişti. Araç Cura mezrasına kadar inmediği için beni yol ayrımında bıraktı. Yolun ikiye ayrıldığı sapağın sol tarafındaki beton kilometre taşına çıkıp aşağıya baktım. Bulunduğum yerden elli metre kadar ileride kurumuş bir çay yatağı Cura’ya kadar iniyordu. Yatakta türlü otlarla bozkır, kırık taş ve kuru toprak güneşin gazabına uğramış yanıyordu. Yer ve gök sarı keskindi. Çakıl sapağa girip aşağılara inmeye başladım. Yol yarısında hafif bir rüzgâr huzur doldurdu içimi. Keyiflendim. Aşağı daha bir istek ve merakla indim. İndikçe vadideki mezranın uzaktan seçilen çeşit çeşit çiçeklerinin, otlarının kokusunu getirdi rüzgâr. Ve daha keyiflendim. Şimdi ne sıcak ne sert çakıl taşları bunaltır beni. İlk gördüğüm ak takkeli, sönük siyah yelekli, iki büklüm yaşlı bir adamdı. Adam kuru dal yüklediği önündeki eşek kadar yorgun ve bitkin görünüyordu. Yanına vardığımda selam etti. Sonra yürüdü gitti. Belli ki evine varmak, güneşten kaçmak için acelesi vardı. Ara ara bana baktı fakat durmadı. Ben onun gittiği yönün tersine, mezranın ortalarına doğru yürüdüm. Mezranın küçük deresinde yaşlı bir kadın ile küçük bir oğlancağız üzüm dövüyorlardı. Yanlarına uğradım selam verdim. Kabul ettiler, yaşlı kadın bir tasla su verdi. Buz gibi soğuktu dere, içim bir hoş oldu sudan bir tas daha içtim. Ve sonra yarım daha. Çok içme dedi yaşlı,
-Buranın suyu doyurmaz adamı şişersin. Al biraz üzüm ye.
-Sağol teyze
-Hükümetin adamı mısın?
-Yok teyze.
-E sakallısın demek ki öğretmen değilsin, hükümetin adamı
değilsin, ve belikli buralardan da değilsin. Ya kimsin?
-Gazeteciyim.
-Hele hele. Burada ne işin var burada vukuat olmaz, birkaç
aile var burada hepisi de yaşlı. Bir Mirolar var genç olan, onlar da dünya
iyisidir. Burada vukuat bulamazsın. Yanlış gelmişsin.
-Yok teyze öyle haber için gelmedim. Halinizi merak ettim. Nasıl
iş güdersiniz. Nasıl yaşarsınız. Köy köy dolaştım daha da dolaşırım. Fotoğrafta
çekerim hem.
Bunu deyip küçük çocuğun fotoğrafını çektim. Memnun kaldı.
Biz konuşurken orta yaşlı başka bir kadın geldi. Elleri, üstü başı hepten kırmızı
çamur. Bana baktı, selam etti. Ellerini yıkamak için dereye eğildi. Halini
sordum. Tandır yapıyorum dedi. Ne tandırı diye sordum. O an teyze girdi lafa
halimi açık etti. Kadın iyi anladı.
-Haydi gel sana öğreteyim tandır nasıl yapılır, komşununkini
yaptım şimdi bizim evin tandırını yapacağım, görmek ister misin?
-İstemem mi? Derhal, hemen.
Geçtim arkasına tuttum yolu iki katlı taş bir eve geldik. Evin
damı sıralı kavak ağacındandı. Üstünü toprak kaplamışlardı. Kavağın
sarkıtlarında yaban arıları birkaç yere peteklemiş, etrafında vızır vızır
dönüyorlardı. Kadın eve seslendi.
-Ethem, Ethem…
-Ne var neye bağırıyorsun, hayırdır?
-Bak hele biri gelmiş fotoğrafçı, tandırı nasıl yaptığımızı
öğrenmeye gelmiş.
İçeriden kırklarında bir adam çıktı.
-Ooo hoşgelmişşin beyim safalar getirmişin. Geç içeri
soluklan sonra hallederiz. Aç mısın, yemek hazırlatayım mı sana.
-Yok dayı meraklandım, nasıl yaparsınız tandırı bir göreyim
isterim.
- E peki bekle geliyorum. İçeri girdi üstüne eski kıyafetler
giymiş olarak çıktı. El arabasını aldı. Birlikte tarlaya çıktık. Epeyce
yürüdük. Yolu sohbetle hoş ettik. Büyükçe bir kayanın önünde durduk. Elime bir
kazma tutuşturdu. Hadi beyim gücüne kurban. Vurdum toprağı kazdım ha kazdım. Toprağın
rengi sarı kumdan ıslak kırmızıya döndü. Hah dedi. “İşte bu toprak
bereketlidir. Bu toprak yarayacak işimize.” Toprağı el arabasına yük edip eve
vardık. Ethem’in eşi Azize elinde turkuaz bir leğenle bizi kapıda karşıladı.
Toprağı koyduğu leğene biraz su katıp hamur etti. Bu sırada Ethem merdivenin
altına geçip önceden oyduğu yere kül döktü. Azize oyuğun içine girdi. Toprak
hamuru eline aldı ve oyuğun dış çeperine sıvadı. Bir saate yakın uğraştı tüm
çeperi kapladı. Çıktığında baştan aşağı ter içindeydi. Sonra oyuğa çalı çırpı atıp
ateşe verdiler. Ateş büyüdü yangına döndü. Pişirmeye başladı hamuru. Biz yukarı
çıkıp çay içmeye başladık. Sohbet ederken Ethem ile beni çağırdı Azize. Aşağı
inip baktığımda kırmızı çamur kızıl kora dönmüştü. Kurumasını bekledim. Kurudu,
su döktüler hafifçe içini temizlediler sonra. Ethem içine bir pay ateş daha
saldı. Azize geldi elinde başka bir leğenle içinde hamur vardı. Bu sefer ki
undan beyaz hamur. Çaldı tandıra hamuru. Ve çıkardı ilk ekmeği. Aldım taze
tandırın taze ekmeğini ve vardım tadına hem toprağın bir kat altındaki kızıl
çamurun, hem üstündeki sarı buğdayın…
Yorumlar
Yorum Gönder