Yaban Kadın

   


   Güneydoğu’nun sıcak güneşi kirli elbiselerimin örtemediği vücudumun açık kısımlarını kavurmuş birkaç ton koyulaştırmıştı. Yer yer soyulan derim rengi solmuş ince siyah kazağımın üstünde beyaz kurtçukları andırır şekilde kurumuştu. Ardımdaki tepenin ardındaki köyden yola çıkalı 3 saate yakındı. 3 saattir tek gölge yoktu etrafımda. Ufak parçalı kayaların gölgeleri tam tepedeki güneşten kaçınmıştı. En ufak bir esinti yok. Sığınabileceğim tek şey kanı çekilmiş kara ellerimin gölgesi. Tuzlu terim daha şakaklarımdan inmeden buharlaşıyormuş gibi hissediyordum.

  Uzakta bir ses. Çığlık. Bir insan sesi kirlice. Uzakta bir kayanın üzerinde durmuş benden yana haykırıyor. Olduğum yerde çakıldım. Hiç bir şey diyemedim, doğrusu korktum da. Yolumu besbelli kaybetmiştim  ve kızgın güneş, sarı gök ve kırmızımtırak toprak bana sese doğru gitmek dışında hiçbir şey vaat etmiyor gibiydi.. İnsana yaklaştım. Put gibi duruyordu. Ses ettim, cevap yok. Bir daha seslendim yok. Sonra yolumu değiştirdim. Ona yüz çevirip sağımda kalacak şekilde yola koyuldum. Bir çığlık daha, bu sefer daha tizdi. Ona döndüğümde kayadan aşağı atladığını gördüm. Hızla bana doğru yaklaşıyordu. Kıpırdamadan onu izledim. Yanıma yaklaştıkça kınalı kısa saçları geniş omzu ve yanık teni belirginleşti. Silueti renk bulan bu insan bir kadındı. Daha da yaklaştı gözlerimin içine kararlı bakışlarıyla bakıp etrafımda dönmeye başladı. Önümde durdu. Merhaba dedi. Buralardan değilsin yolunu mu kaybettin. Evet deyince, benimle gel dedi ve yürüdü. Ben öylece kaldım, ta ki az yürüyüp ardından gelmediğimi anlayınca bana bağırana kadar. Gel dedi çok sert ve fakat us dolu bir gel.

  Az daha yürüdükten sonra bir tepeye vardık büyükçe bir çınar karşıladı bizi. Hemen yanında yarı ahşap yarı kerpiç bir baraka. Barakayı yeşil bir ot sarmalamıştı. İçeri doğru kayboldu, sonra geldi. Biraz su, az da ekmek getirdi. Suyu çok içmeme izin vermedi ekmeğimin de yarısını yiyebildim. Elimden alıp makinamın çantasının dış cebine tıkıştırdı.

  Yokuş aşağı iniyorduk. Çölde bir vaha benzeyen yemyeşil bir vadideki köyde, her biri kerpiç evler sıralanıyordu. Bizi serin bir rüzgâr karşıladı köyün girişinde. Epeyce iyi hissettiğimi hatırlıyorum. Köyde önce çocukları gördüm. Sonra yaşlı bir amcayla sohbet ettim. Kadın ardımda kalmıştı. Yol boyunca hep önümdeydi fakat köye girdiğimizden beri daha çekingen davranmaktaydı. Konuştuğum yaşlı adam da çocuklar da ondan çekiniyor gibiydiler. Muhtarla buluştum. Fotoğrafçı olduğumu söyledim. Üzerimdeki kıyafetler eski olduğu için itibar görmeyen ben, makinayı çıkardığımda bir anda sevinçle ve saygıyla karşılandım. Makinem ve çantası bana itibar kazandırmıştı. Bunun üzerine çokça şey söylenebilirdi. Ama derdim kadını anlatmak.

  Gece muhtarın geniş duvarlı, iyi sıvalı kerpiç evine buyur edildim. Yemek yendi. Çay döküldü. Kadını o vakit sordum. Uykum var olmasına karşın hikâyesini duymak için sabırsızlanmıştım. Muhtar bir insan için bayağı sayılabilecek büyüklükteki sağ eliyle çaydan nemlenen bıyığını sildi. Çelik tabakasını çıkarıp sigarasını sarmaya başladı. Sigara kâğıdı tütünle kavuştu, kenarı ıslandı, sarıldı, ateşe verildi. Nefes çekildi, sohbet başladı.  Şöyle ki;

  “Kadın köydeki yaşlı bir çiftin kızı, hiç diğer kızlara benzemeyen tavırlar sergiler ara ara dağlara yürürdü. Sonra dağlara çıkışı sıklaştı öyle ki bir gece eve dönmeyince yola koyulduk aramaya çıktık. O gece bulamadık. Jandarmaya haber vermek için yola çıkan gençler görmüşler. Gelip haber verdiler. Dediler ki kadın alaca kayanın oradaki kartal yuvalarının yakınında uymakta. Çıkıp aldık onu aşağı getirdik. Dualar okuttuk nafile, tekrar çıktı. Deli desen değil.  Âşık desen değil. Anlamadık. Sonraları büyüdü. Dağda bark kurdu kendine. O tepedeki evi kendi yaptı. Bizde onu öyle kendi halinde bıraktık. Hep kına yakar saçlarına, köyde bu yüzden Kınalı dedi ona. O gün bugün adı Kınalı’dır. Çocukları çok sever. Zorla kitap aldırtır. Okul vakti tarlalara dalıp çalışan çocukları alır okula sürer. Çocuklar Kınalı’yı epeyce severler.”


  Gök aydınlanınca hikayesini birkaç kişiden daha dinledim. Kendi başına yaşayan, kendi kuralları olan bir kadın. Başı açık ki bilenler bilir eğer buralarda yerli bir kadınsanız başınızı açamazsınız. Mutlak kapalı olmalıdır. Erkeklerle öyle dilediğin vakit konuşamazsın ayıp karşılanır. Ama Kınalı reddetmiş bunları. İnatla sürdürmüş. Dayak, söz, ayıplama iğneleyici bakışlar ona değmemiş bile.
yaban kadın
Susmuş ve sonra susturmuş. Çocuklar okusunlar diye yaptığı yünleri kök boyayla boyamış, satıp onlara defter kitap getirtmiş şehirden. Sonra sonra köylü onu serbest bırakmış ve dahası saygı duymuş. Şimdi istediği gibi dolaşır buralarda kimse tek bir şey demez olmuş. Ama yinede insanlardan uzak kalmış. Onunla sohbet etmeye çalıştım. Biraz konuştu, sonra sustu, pek bir şey demedi. Fotoğrafını çekmek istedim. Önce yanaşmadı buna. Sonra olur dedi. Köyün orta yerinde bir iki fotoğraf çekerken çocuklara yardım ettiğini duyduğumu söyledim. Birden sustu. Hiç bir şey demedi. Bilmeden hadsizlik etmişim böyle konuşulmasını istemezmiş. Bende sustum. Köyün çıkısına kadar eşlik etti. Toprak yola varınca bana bakıp gülümsedi. Elimi makinaya atınca bir şey demedi. Razı gelince bir iki fotoğraf çektim. Sağlıcakla deyip aşağılara yürüdü. Beni öylece bıraktı ve gitti.

  İnsandan uzaklaşıp yabanla dost olmuş güçlü sağlıklı bir vücut, kınalı saçlar, yanık ten, çatlamış eller ve  az biraz kamburuyla uzaklaştı ve yitti

Yorumlar

Popüler Yayınlar