ALTIN USTASI


   Mekânın içine camekânlardan sızan güneşin asılı altın bileziklerden yansıyan sarımtırak ışığı, içerideki insan tenlerinin hastalıklı görünmesine neden oluyordu...

   Hamamyolu’nda küçük bir kuyumcu dükkânı. İçeride uzunca iki tezgâh, tezgâhların arkasında iki erkek tezgahtar. Ön kapının karşısında, duvar dibinde, kır saçlı patronun oturduğu masa ve önünde iki boş tabure. Dükkanın ortasında ayakta durmuş, tezgahtarlarla konuşan iki müşteri. Dükkânın içine camekânlardan sızan güneşin asılı altın bileziklerden yansıyan sarımtırak ışığı içerideki insan tenlerinin hastalıklı görünmesine neden oluyordu. Masanın önündeki taburede yarım saattir oturuyordum. Altın bilezikleri yapan usta ile tanışmak için iki gün önce randevu almıştım. Onu beklerken dükkânın içine giren insanları seyrettim, kimi altın alıyor kimi aldığı altınları satıyordu. Hepsinin yüzünde aynı garip durgunluk vardı. Giren onca insanın sadece birinin yüzü gülüyordu; genç, sağlam yapılı bir adam. Tezgâhın önüne geçti ve bileziklerle ilgilenmeye başladı. Kafamı çevirip kapıya bakmaya devam ettim. Bilezik ustasını hiç görmemiştim. Kapıdan girenlerin arasından ustanın kim olduğunu tahmin etmeye çalıştım fakat tahminlerim tutmadı. Masada oturan dükkânın patronuna “Ağabey, usta daha gelmeyecek mi?” diye sordum. Gülümseyip sol tarafı, tezgâhı gösterdi. Tezgâhın önünde az önce dükkâna girerken gülümseyen genç adam vardı ve bilezikleri inceliyordu. Patron ona seslendi, “Çetin Usta bak dün bahsettiğim arkadaş, seninle konuşmak isteyen.” Genç adam bana bakıp gülümsedi, başıyla selam verdi bir dakika istediğini belirtir şekilde parmağını gösterdi. Doğrusu daha yaşlı birini beklemiştim. Bir süre sonra yanıma gelip beklettiği için üzgün olduğunu söyledi. “İstersen imalathaneye gidelim orada ben işimi yaparken sen de fotoğraf çekersin” dedi "tabii" dedim ve dışarı çıktık.

 İki üç metre uzaklaşmadan başka bir kapıdan içeri girdik. Eski, duvar boyaları kalkmış bakımsız bir binaydı. Paslı korkulukları olan uzun merdivenlerden yukarı çıkmaya başladık. İlk kata gelince burasının bir iş hanı olduğunu anladım. İkinci kat, üçüncü kat ve nihayet imalathanenin olduğu dördüncü ve son kat. Son katın sol tarafında büyük ve kalın bir demir kapı karşıladı bizi. Kapıdan sonra küçük bir bölmeye girdik. Küçük bir masa, bir bilgisayar, kalemler, kâğıtlar ve cam bir bölmede bir hassas terazi. Çetin usta masaya geçti ve oturmamı işaret etti. Karşısına geçip oturdum. Çay ikram etti. Adını, ne zamandır bu işle meşgul olduğunu, bu işe nasıl başladığını sordum. Anlatmaya başladı:

 “Adım Hasan Çetin Köse, 2003’ten bu yana yani on üç yıldır uğraşıyorum bu işle. Bilezik ustalığı baba mesleği. Babamla İstanbul’da iş görüyorduk. Sonra aşağıdaki kuyumcu bizi Eskişehir’e çağırdı, geldik. Sonradan gitmedik. O zamandandır da burada çalışıyoruz. Ağabeyim var benimle beraber çalışan, bazen o gelir yardım eder, işi beraber yürütürüz. Birazdan gelir, tanışırsın.”
Masada bir şeylerle uğraştı önce, hesap makinasıyla birkaç işlem yaptı, kâğıtlara yazdı. Bir altın parçasını ve eski bir bileziği büküp hassas terazide tarttı. Bana dönüp “bak bu saf altın İstanbul’dan geliyor, 24 ayardır. Saf altın ve eski bilezikten beş bilezik üreteceğiz.” dedi. Çayından son yudumu aldı. Kalkıp başka bir kapıdan içeri girdik. Ağır bir kapıydı, açıldığı anda yüzüme çarpan ağır metalik bir koku genzimi doldurup bakırımsı bir tat bıraktı. Yüzümü biraz ekşitince Çetin usta gülümsedi. İçerisini iki küçük pencereden sızan gün ışığı aydınlatıyordu. Büyük metal makinelerle dolu oda küçük bir fabrikayı andırıyordu.


Büyükçe bir makinenin önüne geldik, Çetin Usta makinayı çalıştırdı ve şunları söyledi: “Bak bu makine bir ocaktır bin dereceye kadar çıkar, önce saf altını koyacağız, o biraz eriyecek sonra içine bu bakır parçasını koyacağız. Bakırı koymamızın sebebi bileziği sağlamlaştırmaktır. Bu saf altın 24 ayardır. Bakırı koyup 22 ayara dönüştüreceğiz. Bunu yapmazsak bilezik çok çabuk bükülebilir. Ama hepsinin belli bir ayarı var. Ne kadar saf altına ne kadar bakır konulacak, hangi derecede hangisi atılacak, bunların hepsi ayar işidir. Bakır daha çabuk erir. Önce bakırı atarsak bakır uçar gider, sade altın kalır o yüzden önce altın sonra bakır konulur.” Çetin Usta işe koyuldu. Ocağın haznesinde önce altın eridi. Hazneye sonradan bakır girdi. Bir çubukla karıştırdı ikisini, “iyice harmanlamalı yoksa bir tarafta çok diğer tarafta az bakır olur. Bileziğin bir tarafı 24 diğer tarafı 22 ayar olur.” dedi.

 Örgülü altın şerit
 Karışımı alıp önceden ayarını yaptığı bir kalıba döktü. Sıvı haldeki karışım alev aldı sonra birden dondu, dikdörtgen bir metal parçası haline gelmişti. Aldı metal parçasını önce suya attı. Soğuduktan sonra silindirden geçirdi. Metal parçası uzadı, silindirden bir daha geçirdi. Bir daha bir daha, metal her seferinde biraz daha uzadı. Belki on on beş kez geçirdi silindirden ve sonunda ince bir şerit halini aldı. Şeridi götürüp alev tabancasıyla ısıttı, suya attı, şerit karardı. Aldı şeridi balmumuna buladı,
tekrar ısıttı. Bu sefer mavi ve kırmızı alevlere yanan balmumunun yeşil alevi eşlik etti. Uzun altın şeridi ortası delik yuvarlak metallerden geçirdi. Nedenini altın şeridin sonraki işlem için elverişli olmasını sağlamak diye açıkladı. Sonra şeridin bir ucunu sabit bir yere diğer ucunu bir matkaba doladı. Matkabı çalıştırıp şeridi burgu haline getirdi. Altın burgulu şeridi ikiye katlayıp elleriyle ördü. Ördükten sonra eldivenlerini çıkarıp ellerine baktı. Sordum "bir şey mi oldu usta?" diye. Ellerindeki nasırları şişen parmaklarını gösterdi. O zamana kadar dikkat etmemiştim, ellerinin içi ve parmak uçları kara nasırlarla doluydu. “Bu işin de çıbanı bu işte dedi. Eldiven de taksan kar etmez. Makinayla da olmaz. Her burguyu ayrı ayrı ince ince yerine oturtmalısın yoksa olmaz, örgü yamulur, işin kusurlu olur, kusurlu mal vermek bize yakışmaz.”  dedi.
Altın örgülü şeridi ocağa götürdü iyice bir ısıttı, şerit kor halini aldı. Sonraki işlem için altını yumuşattı. Altın kendini salınca büyük bir silindirden geçirdi. Altın şerit inceldi örgüsü desene dönüştü. İnce şeridi beş eşit parçaya böldü. Kesilen parçaların uçlarını törpüledi. "Bunlar şimdi bilezik olacaklar." dedi. Parçaları ısıttığı bir sıvıya buladı. Küçük bir tezgâha geçti, parçaları yuvarlayıp bilezik haline getirdi. Uçlarını kaynakla ısıtıp yapıştırdı. “Az önceki sıvı, bu kaynağı çeksin diye idi.” dedi. Tekrar ısıttı bilezikleri, düzelsinler diye de dövdü. Ölçü makinasıyla genişletti. Bilezikler formuna kavuşmuştu. Bunların hepsini çok seri şekilde yapıp bitirdi. Duraksadı biraz iki çay söyledi. “Tamam mıdır, bitti mi ağabey?” dedim. “Son bir işlem kaldı çayı içelim, göstereceğim.” dedi.
Çaylar içilirken:
-Okudun mu ağabey?
-Liseye kadar.
-Sonrası?
-Okuyamadım. Aslında okumak istemedim. Bu işe alışınca insan okulu düşünmüyor. Çünkü bir iş yapıyorsun bir şey üretiyorsun, bu işten karnını doyuruyorsun. Hal böyle olunca…
-Yolunu gözleyen var mı?
-Bir kadın, bir çocuk.
-Demek çocuğun var.
-Küçük daha.
-Onun bu işi yapmasını ister misin?
-İstemem.

 İstemem dedikten sonra başını salladı. Nedenini sormamla nasırlı yıpranmış ellerini göstermesi bir oldu. Sustum.

 Altın oda
 Çaylar bitince gel dedi. İmalathanenin girişinde o ana kadar fark etmediğim bir kapıya yöneldik. Kapıyı açmadan kendisi ve benim için iki çift terlik çıkardı. Buraya girmen için bunları giymelisin dedi. Giyindim terlikleri. Kapıyı yavaşça, küçük hareketlerle açtı. İçeri girmek için kafamızı eğmemiz gerekiyordu. Zaten kapıdan çok başka bir odaya açılan pencere gibiydi. İçeri girdikten sonra kapıyı aynı şekilde yavaşça kapadı. İçeride birkaç makina daha vardı yalnızca. Neden böyle davrandığımızı anlayamadım, ta ki yere bakıncaya kadar. Küçük odanın tabanı altın tozlarıyla
kaplıydı. Kafamı kaldırıp ustaya baktım “yaa” dedi sonra güldü. Büyükçe bir makinenin önündeki iskemleye çöktü. “Şimdi bileziklere işlemeler yapacağız.” Pervaneye benzeyen bir araçla altının üzerine işlemeler yapmaya başladı. Pervanenin ucunda kalem dedikleri sivri bir metal altın bilezikten parçalar ayırıp savuruyordu. Bilezikten ayrılan parçalar bir aparatla küçük bir kaba fırlıyordu. Daha küçük olan altın tozlarıysa etrafa savruluyordu. İşlemler bitince bana altın bileziklerin üzerindeki işlemeleri gösterdi. Ayağa kalkıp üzerini silkelemeye başladı. Üstünü altın tozları kaplamıştı. Usta bana ben üstüme baktım. Sıra bendeydi, üzerimdeki altın tozlarının farkına varıp gülümsedim ve üzerimi silkeledim, dışarı çıktık.
Usta ve ben işimizi bitirmiştik. Küçük bir sohbet ve birer çaydan sonra gitmem gerektiğini söyleyip ayrılmak için doğruldum. Tokalaştık. Usta imalathanenin demir sürgülü ağır kapısını açtı, dışarı buyur etti. Çıkarken,
-Bize de fotoğrafları getirirsin de mi? Genelde buradayımdır. Yoksam aşağıdaki kuyumcuya bırakırsın, olur mu?
-Tabii usta ne demek, her şey için sağ ol. Hadi, kolay gelsin.
-Eyvallah.
-Eyvallah.                                                                                                                



Yorumlar

Popüler Yayınlar