Süte Yolculuk
Sabahın en
erken vakti. Hava serin. Zirveden bana doğru soğuk bir yel esmekte. Güneş yavaş
yavaş göstermekte kendini. İki şehir arasında, ikisine de uzak, yüksek Güney Toroslar’ın
etekleri…
Dün gece
uzun yolun girişinde bekleyeceğim diye anlaştık. Fakat dayanamayıp köye
yürüdüm. Tam köy çıkışının orda göründüler. Bende büyükçe bir kayanın üstüne
oturup makinemi hazırlamaya koyuldum. Yaklaştıkça yüzleri belirginleşti. 3’ü
diğerlerinden genç 8 berivan (süt sağan), bir o kadar çocuk ve yanık tenli
esmer bir adam. Ellerinde koyun ve keçileri sağdıktan sonra on kat artacak boş
bidonlar.
Çocukların
arasında önceden tanıştığım güzel çocuk Zeyno. El salladım. Gördü. Güldü. El
salladı. Ve beni işaret edip berivanlara bir şeyler söyledi. Berivanlar beni
görünce fısıldaştılar. (İki gün önce köye inip bazılarıyla konuşmuştum. Süt
sağarken fotoğraflarınızı çekecem dedim. Kabul ettiler.) yanlarına koştum. Önce
Zeyno’yla sonra Zeki arkadaşla tokalaştım. Berivanlara selam verdim. (kadınlarla
tokalaşmadım, buralarda alışkın değildirler, utanırlar. Çekinsinler istemedim.)
Yanlarından
ayrılıp tepeye koştum. Makinamı ayarlayıp onlara doğrulttuğumda berivanların çoğu
peçelerini burunlarını üstüne gözlerine kadar çektiler. Utandılar. Ama ben acımayıp
bastım deklanşöre. Ve o gün mekanik sesin ardı arkası kesilmedi. Tepeden birkaç
fotoğraf çektim. Yola koyuldum. Tripod ağırlık yapıyordu. Aşağı baktım Zeyno
çocukla göz göze keldik. Zaten sık sık bakıyordu makinaya. Bende aşağı inip
tripodu eline iliştirdim. Bu kadar sevineceği bilsem en başından bırakırdım
tripodu. Tepeye geri çıktım.
Patika
Tek kare
kaçırmak istemiyordum. Ardı ardına çektim, çektim. Ve uzun dar patikanın başına
geldik. Önümüzde çoğu yokuş yukarı yedi kilometre var. Tepelerin ardına doğru
taşlı bir patika. Dikenli, muhalefet otlarla dolu. Girdik yola. Onlar patikadan
ben fotoğraf için tepeden yürüyoruz beri’ye. (Beri, süt sağılan yer demektir
buralarda.)
Yoldayken
kadınlar alıştı bana. Buna yolda ara ara düşmemde etkili oldu. E komikti.
Gülüyorlardı. Az sonra peçeleri indi aşağı biraz, biri hariç. O hiç gülmedi,
makinaya da hiç bakmadı. Kaşları hep çatık. Dikkatimi çekti. Ama üstünde
durmadım.
Güneş biraz
daha gösterdi kendini. Gün biraz ılıdı. Yaşlı berivanlar ellerini arkadan
bağlamışlardı. Yorgunluk belirtisi. Biri hariç. Çatık kaşlı berivan
diğerlerinden daha sert basıyordu toprağa ve diğerlerinden daha hızlı
yürüyordu. Dikkatimi çekti soracak oldum, sonra olmaz ayıptır dedim. İlişmedim.
Çocuklar sık
sık bana bakıp gülüyorlardı. Ben onlara baktığımda, göz göze gelmekte utanıp
önlerine dönüyorlardı.
Beri Alanı
Son tepeyi
aştık. Koca, kara bir kayanın ardında, küçük bir ovaya benzeyen, tepelerin
arasında beri alanı. Berivanlar oraya çöktüler. Bende Zeki arkadaşa yanaştım.
Dedim anlat. Nedir?
Çoban, "biz buraya geldik ya
birazdan buraya dağ çobanı, köy çobanlarıyla sürüyü getirecek.” dedi.
Sordum, “neden dağ çobanı, köy çobanı diye
ayrılmış.”
“onu çoban anlatsın.” dedi (gülüyor)
Tamam dedim. Daha Nedir?
Yerde bilinçli dizilmiş yassı büyükçe
taşları gösterdi. Oraya bak. İşte onların her biri bir berivanındır. Sürü
gelince her biri yerine oturur. Sürüyü bekler. Sonra torunlar koyunları teker
teker ninelerine getirir.(Sağmaları için) Onlar sağarken torunlar hayvanların
başlarını tutar ki koyun veya keçi kaçmasın.
Biraz geriye gidip birkaç kare daha
çektim. Güzel bir şey oldu. Çatık kaşlı berivanla göz göze geldim. Saklı saklı
güldüğünü gördüm. Ona bakıp gülümseyince yüzünü çevirdi. Bakmaya devam ettim,
gülmeye devam ettim. Tekrar baktı, sonra eğdi kafasını. Gülümsedi. Bundan
cesaret alıp yanına koştum. Konuştuk. Bana alıştı. Oturdum yanına hatrını,
yaşını sordum. “Bilmem herhalde yaşım altmıştır.” dedi. (buralarda yaşlılar
yaşını bilmez, umursamazlar çünkü). Gule berivan güldü, güldürdü. Nerden
bilebilirdim çatık kaşlı, altmışında Gule Berivan’ın, berivanların en tatlısı,
en neşelisi olduğunu. Bu kadar hoşsohbet olabileceğini and olsun bilemezdim.
Kejin
Gule Berivan’a sordum, anlatır mısın
dedim.
“ her gün, günde iki kez geliriz buraya. Sütü sağarız, sonra bu bidonları
sırtlayıp geri köye ineriz. “
Her gün öylemi?
“He” dedi, “fakat eskiden böyle değildi. Gene geliridik
fakat bidonları taşımak gerekmezdi.” “kejin”ler vardı onlarla hallederdik
işimizi.
Kejin?
“bekle
hele” dedi, çıkardı heybesinden otlu peynir, taze tandır ekmeği kattı
elime. Yedim Zeyno da geldi. Oda yedi. Ağzım dolu, dedim nine anlat. Nedir?
(Güldü) “kejin, topraktan borulardır. Kırmızı topraktan pişirilip gömülürdü. Beriden
köye kadar toprağın altından inerdi. Bizde sütü beriden sağar, kejinlerden köye
salardık. Önce su, sonra süt, en son tekrar su salardık ki süt kirlenmesin.
Fakat sürü azaldı. Hayvan bitti. Kejine de gerek kalmadı. Artık taşıyabilecek
kadar az sütümüz var.”
Sürü
Küçük Adil’in sesi duyuldu. “Abi bak geliyorlar” dedi. Baktım
tepenin üstü hayvan dolu. Az sonra da tüm tepeyi sürü kapladı. Beyaz koyunlar
ve kara keçiler. Çobanların tok komutları ve tiz ıslıklarıyla koyun ve keçi
sesleri birbirine karıştı. Aşağı yöneldiler. Sürü epey yaklaşınca berivanlar
kalktılar, taştan oturaklarına çöküp beklemeye koyuldular. Torunlarda yerlerini
aldı.
Sürü dar bir alandan geçip
berivanlara doğru geldi. Torunlarda hayvanları tutup getirdiler. Her biri kendi
hayvanını tanıyordu. Hayvanları başlarından sıkıca tutuyorlardı ki kaçmasın. Ya
da deprenip sağılan sütü dökmesin. Bir ara koyunlardan daha asi olan keçilerden
bazıları kaçtı. O an, curcuna işte. Kaçan keçiyi tutmak için koşan küçükler ve
onları azarlayan ninelerin sesleri tüm beriyi sardı.
Çoban Husri
Çobana yanaştım. Selam edip hatrını
sordum. Konuştuk. Sizde köy çobanı, dağ çobanı varmış. nedir ki?
“bak
ben dağ çobanıyım. Aylarca gece gündüz dağda kalırım. Çadırım vardır nah şu
tepenin ardındaki tepenin ardında. Uzak biraz. Ama gel bi çay içireyim
kardeşime şöyle demli güzel bir çay.”
Tabii, gelir içerim.
“şimdi
hayvana köydeki otlak yetmez. O yüzden dağa salarlar. Köydeki ot baharın çıkar,
yazın biçilir, kışın hayvana katılır.”
O bunları derken ben bu kadar şeyi
aklımda tutamam diye kağıt kalem çıkardım. Ama ben bunu yaparken çobanın yüzü
değişti. İhtimal tedirgin oldu. O an en istemediğim şeydi benden çekinmesi.
Olağandan fazlaydı beride kağıt kalem. Uymuyordu sohbete. Koydum cebime onları.
Beri bitene kadarda çıkmadı.
Dağ çobanı bu işe sevindi gibi, devam
etti. “İşte ben tek başıma bunca sürüyü
idare edemem diye, her akşam farklı bir aileden bir erkek yardıma gelir. Dağda
kalır benle. Ona köy çobanı denir. Heybesinde biraz bana biraz ona katık olur. Silahı
da olur, kurdu var çakalı var çünkü.”
Çobanın yanından uzaklaşıp süt sağan
berivanları çekmeye koyuldum. Makinayı görüp utanan berivanlardan bir kaçı ak
tülbentli başlarını hayvanın ardına sakladı. Gülüyorlardı. Güzeldi.
Koşup Berivan Gule nineye vardım.
Oturdum yanına. Nine bende sağacam dedim. “buyur
yap.”
Dedi. Makinayı Zeyno’ya bırakıp tuttum koyunun memeyi. Olmadı.
“Öyle tutma acıtmadan yavaş yavaş.” Bir
olmadı, iki olmadı. Sonra oldu. Sağdım.
“nine bak bitirdim.” dedim.
“ iyi yaptın.” dedi. Aldı bidonu ben
başka koyun beklerken o benim sağdığım koyunu tekrar sağdı. Ben bitti zannettim
fakat neredeyse üç katını sağdı nine.
“bak nine, sağacam.” Gözüme en
irisini kestirdim. Hayvanın irisinden çok süt alırım dedim. Yanaştım hayvana.
Zeyno, abi o olmaz dedi. Dedim olur. Girdim altına hayvanın. Fakat altına
girdiğim koçmuş. Üstüne koçun dönüp üzerime yürümesi cabası. Tabii gene
curcuna. Her bir berivan güldü. Ağzında tek diş kalmamış yetmişindeki berivan
Site nine dahil. Güldük. Güzeldi.
Makinayı Zeyno’dan alıp fotoğraflara
bakmak için oturdum. İşini bitiren çocuklar da yanıma geldi. Sordum onlara okul
nasıl, beri nasıl? Diye.
Zeyno dedi ki “bak ağabey, köyün yaşlı kadınları sabah akşam buraya gelir süt için.
Anneler yemek yapar ev temizler, bebek bakar, benimde küçük bir amcaoğlum var. Daha
bebektir. Bazen bende bakıyorum. Erkekler tarlaya gider, köy işleri yapar.
Dedeler sürüye katılamayacak olan küçük kuzuları, oğlakları güder köyde. Biz
çocuklar nineye yardım ederiz. Taşımasınlar bidonları, yazıktır.”
Ya okul?
Dedi ki “okula da gidiyoruz. Ama bazen gidemiyoruz. Öğretmen bizi biliyor, çok
kızmıyor. Ama kışın hep gidiyoruz okula yollar kapanmazsa. Birde yazın rahatız
okul yok tatildir. O yüzden.”
Dönüş
Beri bitti, hayvan sağıldı. Berivan
için yola koyulma vaktidir. Onlarla kayanın ardına kadar gittim. Uğurladım
berivanları, Zeyno’yu, çocukları, nöbetini bitirmiş köy çobanını. Döndüm geri,
sürüye yetişip dağ çobanının çadırına çıkacam. Berivan Gule nine bağırdı. “Anlat” dedi. “Hocalarına, arkadaşlarına. Aha
beri, Aha Berivan… “
Yorumlar
Yorum Gönder